Merhaba. 2000 senesinde Boğaziçi Üniveristesi’nde klinik psikoloji yüksek lisansımı tamamladım. O zamandan beri psikoterapist olarak çalışıyorum. 2004-2010 yıllarında İstanbul Cerrahi Hastanesi Tüp Bebek Servisi’nde uzman psikolog olarak görev yaptım. Türkiye’nin dört bir yanından gelen hastalarla hem bireysel terapi hem de grup destek çalışmaları yaptım. O süreçte “Tüp Bebeği Beklerken” isimli söyleşi kitabımı yayınladım. Halen özel bir merkezde terapi çalışmalarımı sürdürmekteyim. Zaman zaman hamile eğitimlerinde sürecin psikolojik etkileri hakkında bilgiler vermekte, çiftleri doğum sonrası lohusalık dönemi ve bebeğe alışmak ve bağlanmak konusunda bilgilendirmekteyim. Aynı zamanda üniversitedeki çalışmalarıma devam ediyorum.
Çiftin tedavi sürecine hazır olması gerekir mi?
Tüp bebek tedavisinin zamanlaması çok önemli. Zamanlama konusunda “tarihsel zamanlama” ve “kadının psikolojik zamanlaması”nı ayrı ayrı dikkate almak gerekiyor.
Bir yıldır denediği halde çocuk sahibi olamayan çiftlerin, en kısa zamanda bir kadın doğum uzmanına başvurmaları gerekir. Buna tarihsel zamanlama diyebiliriz. Ne olup bittiğini anlamak konusunda vakit kaybetmemek, doğal yolla çocuk sahibi olmak konusunda bir engelin olup olmadığını anlamak ve bunun ne olduğu ortaya çıkarmak, sonra da tedavi seçeneklerini belirlemek.
Bir de “kadının psikolojik zamanlaması” var. Çift, özellikle de kadın, varolan durumu, yani doğal yolla çocuk sahibi olmanın güçlüğünü ve tedavinin gerekliliğini henüz kabullenememiş ise kendi içinde bir karmaşa yaşıyor. Bir tarafı bu tedavinin gereksiz olduğunu düşünürken, diğer tarafı bu tedavinin zorunlulukları altına giriyor. Bunu aynı anda hem evet hem de hayır demeye benzetebiliriz. Böyle bir durumda ortaya nasıl bir cevap çıkar? Kadın tedaviyi kabullenmediğinde yaşanan durum tam olarak böyle oluyor. Bu şartlarda kadın tedaviye tam adapte olamıyor ve bu durum tedavinin gidişatını olumsuz etkileyebiliyor.
Kısaca doğru zamanlama, maddi şartları bir kenara bırakacak olursak, çiftin ama özellikle de kadının bu tedaviye ne kadar hazır olup olmadığı ile çok ilgili.
Neden özellikle kadının hazır olması önemli diye soracak olursan ise çok basit. Çünkü doğal yolla çocuk sahibi olamama sebebi sperm ile ilgili olsa bile tüm tedavi kadının vücuduna uygulanıyor. Bu yüzden kadın çok daha birebir yaşıyor tedavinin gereklerini ve tabi ki de bu süreçten çok daha fazla etkileniyor.
Yani erkek son derece istekli ve hazır hissederken, kadın böyle hissetmeyebilir. Bu noktada kadını zorlamak yerine, onun bu tedavi ile ilgili çekincelerine değinmek ve kadına zaman tanımak yerinde olur. Bu konuda psikologların çok yardımı oluyor. Tedavi başlamadan birkaç ay önce başlayan psikoterapi seanslarında, kadınlar tedaviye bedenen ve zihnen daha iyi hazırlanıyorlar.
Kadın ve erkek farklı duygular yaşayabilir bu süreçte. Neler hissederler?
Geleneksel anlamda annelik tanımı ile kadınlık; babalık tanımı ile erkeklik çok içiçe girmiş durumda. Infertilite problemi ortaya çıkmadan önce geleneksel kadın-erkek rollerine bürünmemiş olan çiftlerde bile, problemin teşhis edilmesi ile birlikte beliren bir konu “kadın olmak”, “yeterince kadın olmak” ya da “yeterince erkek olmak”. Çünkü toplumda kadın ya da erkek olmak üreyebilmek ile yakından bağdaştırılıyor. Bir kadının üreme kapasitesi ile ilgili sorun yaşanıyor ise, o kadın, kendini yeterince kadın hissetmediğini söylemeye başlayabiliyor.
İlginçtir ki çiftin tüp bebek tedavisinin sebebi erkeğe (sperme) bağlı bir faktör olsa dahi, kadınların bu tedavi içerisinde, kendi kadınlıkları ile ilgili yetersizlik duyguları yaşayabildiğini gözlemliyoruz. (“Sorunun spermden kaynaklandığını bilsem de hamile kalamayan ve doğuramayan ben olduğum için tam bir kadın gibi hissedemiyorum” diyen çok hastam oldu.)
Erkek için ise durum farklı seyrediyor. Yani eğer tüp bebek tedavisi kadının üreme sistemindeki bir faktörden kaynaklanıyor ise, erkek, kendi erkekliği ile ilgili yetersizlik duyguları yaşamıyor. Yaşadığı şey daha çok çaresizlik oluyor. Karısına yardımcı olamadığı, yaşanan krizi ortadan kaldıramadığı için.
Erkekler sadece kendileri ile ilgili bir faktörden dolayı kısırlık tedavisi görüldüğünde, erkekliklerini ya da güçlerini sorguluyor oluyorlar. Yani eşini hamile bırakamamak bir erkeğin kendi erkeklik gücünü şiddetli şekilde sorgulamasına sebep oluyor.
Kısırlık probleminin yaşattığı sıkıntı elbette çiftten çifte değişse de genel olarak şunu söyleyebiliriz: Erkekler de kadınlar gibi bir şok ve inkar dönemi geçiriyorlar. Burada kadınlardan farklı olarak erkekler duygularını ortaya koymak yerine kendi içlerine dönmeyi tercih ediyorlar. Kadınlar bu durumu kendi arkadaşları ya da aileleri ile konuşma eğiliminde olurken, erkekler bu konudan daha az bahsediyor. Hatta genelde bir problem olduğunu ve artık bir doktora gitmek gerektiğini savunan önce kadın oluyor. Benim görüştüğüm çiftlerin bazılarında kadınlar bunun için erkekleri ikna etmek zorunda kalmışlar ve bu konuda eşleriyle çatışma yaşamışlardı. Tüp bebek tedavisi gerektiğini öğrenince daha az aceleci davranan taraf genelde erkekler oluyor yine. Kadınlar bu durumu “bir kriz var” olarak yaşamaya başladıklarında, yani bir problemin varlığını kabul ettiklerinde, erkekler henüz “daha oraya gelmemiş” olabiliyorlar. Erkeklerin daha ağırdan alan ve durumun varlığını inkara yakın tavırları kadınlara kızgınlık yaşatıyor, tedavi sürecini zorlaştırıyor ve çiftin ilişkisinde çatışmalara yol açabiliyor.
Tedavi süreci çiftin ilişkisine nasıl yansıyor?
Genel olarak şöyle bir tablodan bahsetmek mümkün: Eşler, kısırlık problemine yönelik kendi içlerinde hissettikleri olumsuz duygulardan birbirlerini korumak adına, iletişimlerini azaltma yoluna gidebiliyor, içlerine dönebiliyorlar. Ama maalesef iletişim kesilince destek alışverişi ve problem çözme imkanı da azalıyor.
Buna ek olarak eşlerin tedaviye adapte olma hızları da birbirlerinden farklı olabiliyor. Örneğin, başarısız bir tedavi karşısında eşlerden biri yas tutarken, diğer eş buna hazır olmayabiliyor ve iki ayrı zeminde bulunan çift iletişim konusunda bir senkronizasyon sorunu yaşıyor.
Eşleri ile kısırlık sorununu ve tedavi sürecini konuşabilen kadınlar rahatlamış hissediyorlar. Fakat erkekler çoğu zaman bu tip krizleri konuşunca daha kötü hissettiklerinden ve eşlerinin de böyle hissedeceğini düşündüklerinden, sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Sessizliğin, stresli durumdan kendilerini koruyacağını umuyorlar. Bu durumun kadınlar tarafından anlaşılmasının güç olması, kadınları eşleri ile ilgili yanlış düşüncelere sevkediyor. Yani, eşlerinin çocuk istemediğine ya da kendileri kadar bu konuya önem vermediğine inanmaya eğilimli oluyorlar.
Tedaviler gebelik ile sonuçlanmadığında dahi, erkeklerin aynı tavrı sürdürmesi, kadınların reddedilmiş ya da eşleri tarafından desteklenmiyor oldukları fikrini doğuruyor.
Bazı erkekler, adet dönemi ve üreme ile ilgili konuları sadece kadın dünyasına ait buldukları için de kısırlık hakkında konuşmaktan çekiniyorlar.
Bunun yanında, tabi ki paralel duygular yaşayan ve eşzamanlı hareket eden çiftler de var. Böyle bir durumda çiftler birbiri ile bir çatışma yaşamadan tedavi sürecine başlamış oluyorlar. Daha rahat bir başlangıç bu.
Peki cinsel yaşam nasıl etkileniyor?
Kısırlık problemi cinsel hayat üzerinde olumsuz etkiye sahip. Cinsellik sonucunda gebelik gerçekleşmedikçe, cinsellik başarısızlık hissi ile bağdaştırılıyor ve kaçınılan bir eylem halini alıyor. Ayrıca hamile kalmak amacıyla yapılan seks ayın belli günlerine sıkıştırıldığından, seks yaşamı keyifli halini kaybediyor. Mekanik ve tutkusuz bir hale dönüşüyor. Yani tüp bebek ya da her türlü kısırlık tedavisi cinsel hayatı bir dönemliğine bile olsa olumsuz etkiliyor. Bunun her zaman böyle devam etmediğini, bunun içinden geçilme ihtimali olan bir süreç olduğunu hatırlatmak isterim tabi. Cinsel hayatları tekrardan canlanan birçok çift var.
6) Tedavi sırasında akupunktur, yoga ve nefes çalışmalarını önerir misiniz?
Tedavi sırasında önerdiğim kadar tedaviye başlamadan önce böyle bir yaşam şekline adapte olmalarını öneririm hastalara. Nedir bu yaşam şekli? İnsanın kendini merkeze koyduğu bir yaşam. Nefes, canlılığımızın sebebidir. Nefesimiz bitince hayat da bitiyor. Nefesimizi farketmek ve onu merkezde tutmak, canımızı da merkezde tutmak demek. Bu tedavide odak o kadar çok bir şeyi yapmaya yöneliyor ki, hastalar neredeyse kendi bedenlerini ve canlarını arka plana atıyorlar. Oysa ki bebek, canlılığı olan bir varlıktan gelecektir. Bu sebeple bize canlılığımızı, yaşam sevincimizi, hayatımızda ne olırsa olsun bu yaşama kök salmış olan tarafımızı hatırlatan her türlü çalışmayı, ki nefes, yoga, meditasyon vb. kesinlikle önermekteyim. Bu tip çalışmaları merak edenler www.artofliving.org adresinden araştırma yapıp, Türkiye’deki kurslar hakkında bilgi alabilirler.
Tedavi süreci bitti. 10-12 günlük bekleme süreci var. Bu dönemde neler yaşanabilir?
Benim bütün hastalarımın en çok zorlandığı kısım burası. Buraya kadar bütün çaba sarfedilmiş, sık sık doktora gidilmiş, ilaçlar ve iğneler zamanı geçirilmeden alınmış, yumurtalar güzel güzel büyümüş, hatta döllenme olmuş ve transfer edilmiş. Yani neredeyse işlem tamam. Engelli koşunun tüm engelleri bir bir atlanmış. Finish çizgisi orada görünüyor ama gerçekten o çizgiye gelindiğinde çifti ne bekliyor olacak? Çift zaten bu kadar koşup, atlamaktan yorgun. Bir de tatsız bir haber alınırsa o çizgide? İşte el-kol bağlı o 12 günü beklemek çok zor oluyor herkes için.
Herkese uyan tek bir reçete yok tabi ama farklı tipte insanlara farklı şeyler öneririm: Kimisi kendini meşgul tutmayı sever stres ve belirsizlik anlarında. Mesela böyle insanlara “asla işe ara vermeyin” diyorum. Kendinizi meşgul kılacak ne varsa yapın. Bazıları da diyor ki “evde dinlenmek ve gebelik şansın arttırmak istiyorum”. Aslında evde dinlenmek ile gebelik şansının artması arasında bilimsel bir bağlantı yok ama hasta psikolojik olarak daha iyi hissedecekse, buna engel olan bir yorum yapmıyorum. Sadece dinlenmenin tanımını soruyorum kendisine. Çünkü bütün gün yatakta yatmak aslında zihinzel olarak yorucu bir eylem. Yani kafanın içinde hep aynı şarkı dönünce, dünyanın en güzel şarkısı bile çekilmez hale gelir. Bütün gün yatmak da insanın kafasının içinde hep aynı konunun dönmesine sebep olup, boğucu bir his yaratır. O yüzden dinlenmenin çeşitlerinden bahsediyoruz: Sevdiğimiz bir dizinin ard arda 4 sezonunu izlemek de bir dinlenme şekli, ziyaret edemediğimiz arkadaşlarımızla sırayla buluşup hasret gidermek de. Hangisinin iyi geleceğini kişinin bulmasını istiyorum. Soru şu olmalı? “Bu kaçınılmaz 12 günü nasıl daha rahat ve kolay geçirebilirim? Bana ne iyi gelir?”
Tüp bebekle hamile kalan kadınların, normal yolla hamile kalan kadınlardan bir farkı var mı? Hamilelik süreci daha endişeli mi yaşanıyor?
Altıncı hafta ile birlikte bebeğin kalp atışı göründükten sonra belirgin bir fark gözlemlemedim. Sadece tüp bebek tedavisinde ikiz ihtimali daha yüksek olduğu için ikiz gebeliklerin seyri biraz daha farklı oluyor. Onun dışında bir hamileliğin nasıl geçeceğini belirleyen şey kadının kişilik yapısı ve kaygı üretmeye yatkın olup olmadığı. Çoğu tüp bebek hastasının meselesi “hamile kalmak”tır. Yani kaygı “doğum” üzerine değildir. Hamile kalma aşaması atlatıldıktan sonra, kaygı seviyesi genel olarak normal bir düzeye iniyor. İyi haber, değil mi? J
İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılmış “99 Sayfada Tüp Bebeği Beklerken” isimli kitabınızdan bahseder misiniz?
Nur Onur’un benle yaptığı bir söyleşiden oluşmuş bir cep kitabı aslında. Nur beni birkaç kere kendi TV programına davet etmişti. Sonra onun fikri ile bu kitap oluştu. Amacı tüp bebek tedavisi gören ve maddi/manevi canı yanan çiftlere rehberlik etmek. Elinize aldığınızda iki saat içinde okuyup bitirebilirsiniz. Soru-cevap halinde olduğu için okuması çok rahat. Tedavideki insanlar neler yaşıyor, süreç nasıl daha kolay hale gelir ve kendinize / eşinize nasıl destek olabilirsiniz gibi başlıklara ışık tutuyor. Kitabı internetten ısmarlayabilirsiniz.
Bana ulaşmak isteyenler ise tupbebegibeklerken@gmail.com adresine mail atabilir ya da “tüp bebeği beklerken” isimli facebook hesabımda benimle arkadaş olabilirler.
Söyleşi için çok teşekkür eder, herkese kendi yolculuğunda kolaylıklar dilerim.
Gonca Şensözen