AKŞAM
CUMARTESI
12 HAZİRAN 2010, CUMARTESİ
Stres çocuk sahibi olmayı engeller mi?
Çocuk sahibi olamama konusunda üzerinde sıkça durulan faktörlerden biri stres. Kısırlık stres yaratıyor, stres kısırlığı tetikliyor ve yine stres kısırlık tedavisinin başarı şansını olumsuz etkiliyor gibi yargılar almış başını gidiyor...
Kısırlık teşhisi almış çiftlerle çalışan klinik psikolog Gonca Şensözen'in bu konudaki önerileriyse çok daha farklı. Sorunu ve stres yükünü kabul edin, eşinizle ekip olduğunuzu unutmayın ve doktorunuzu doğru seçip ona güvenin diyor, Şensözen. İşte, Şensözen'in son araştırmalar ışığında çocuk sahibi olma yolculuğundaki çiftlere önerileri...
Eğer kadının yaşı 35'ten gençse ve çift bir yıldır çocuk yapmayı denediği halde gebelik gerçekleşmemişse, o zaman çiftin gerekli tetkikler için mutlaka bir kadın doğum doktoruna başvurması gerekiyor. 35 yaşın üzerindeki kadınlarda bu süre bir sene değil, 6 ay. Yapılan tetkiklerle kadında, erkekte ya da her ikisinde doğal yolla çocuk sahibi olmanın önündeki engeller araştırılıyor. Bazen sebep tek taraflı (yani sadece erkekte ya da sadece kadında) oluyor. Bazı durumlardaysa engeller hem kadında hem de erkekte bulunuyor. Bunun yanı sıra kısırlık (infertilite) tedavisi gören çiftlerin yaklaşık yüzde 15'inde sebebi bilinmeyen kısırlık söz konusu. Yani yapılan tetkikler ne erkekte ne de kadında bir problem saptıyor ama yine de çift, doğal yolla çocuk sahibi olamıyor. Bu durumda doktor ya önce aşılama yöntemini öneriyor çifte ya da direkt tüp bebek yöntemi öneriliyor.
KISIRLIĞIN PSİKOLOJİK BOYUTLARI VE ÖNERİLER
- Böyle bir tedavi gerektiğini öğrenen çiftlerin ilk tepkisi şok ve inkar oluyor. Daha sonra da 'Neden ben? Neden biz?' soruları yankılanıyor çiftin zihninde. Bu soru, bazı çiftlerde tedaviler boyunca devam ediyor. Çünkü bu sorunun net bir cevabı yok. Cevapsız kaldığı için de daha çok rahatsız ediyor. Bu noktada şunu hatırlamak çok önemli. Çiftlerin yaklaşık yüzde 15'i bu problemi yaşıyor. Çift, bir sorunun ve soruna yönelik tedavinin gerekliliğini ne kadar çabuk kabul ederse, içsel çatışmaları o kadar az oluyor.
-Güven duydukları doktor ya da hastaneyi seçsinler. Tedavi boyunca doktor, çiftin, en yakınındaki kişilerden biri olacak; çiftin herkesle paylaşmadığı bilgilere sahip olacak. Güven ilişkisi kurulmadan bu yakınlık içerisinde rahat etmek mümkün değil.
- Tedaviye kesin karar vermeden önce mutlaka tedaviyle ilgili geniş çaplı bir bilgiye sahip olunmalı. Çiftler hangi aşamalardan geçeceklerini önceden farkında olsunlar.
- Daha önce bu tedaviyi görmüş kişilerle iletişim kurmak ve onların neler yaşadığını duymak çifte ışık tutar. Yine de bunu yaparken, herkesin bu konuyla ilgili kişisel deneyiminin farklı olduğunu unutmamak gerekir. Birine ağır gelmiş olan bir süreç, bir başkasına daha kolay gelebilir. Kişilik yapıları, savunma mekanizmaları, içinde bulunulan şartlar, olayların kişiler tarafından nasıl algılandığını belirler ve herkesin kişiliği ve şartları birbirinden farklı olduğu için kişi sayısı kadar algı vardır.
- Tedaviye başlamadan önce hayatın diğer alanlarındaki yükü sabitlemek ve değişiklikleri ertelemek yerinde olur.
- Tedavi süreci boyunca aile içinde ya da arkadaşlar arasında yaşanan stresli durumlardan uzak durmakta yarar var. Çift, o dönemde kimlerle daha yakın kimlerle daha uzak olacağını kendi arasında konuşup karar verebilir. Moral desteği verebilen ve olumlu kişilerle birlikte olmak, tedavinin yükünü hafifletir.
- Tedaviye başlamadan önce bedene iyi bakmak gerekir. Yoga ve yürüyüş gibi sertlik içermeyen sporlar seçilebilir. Meditasyon ve nefes egzersizlerinin çok önemli bir yeri var. Yeme-içme düzenine de dikkat etmek gerekiyor.
- Tüp bebek merkezinde psikolog ile bir değerlendirme seansı yapmalı; kişisel ya da grup terapisi ihtiyacı olup olmadığını belirlemeli.
- Yaşanan durumu eşlerden birinin değil, çiftin problemi olarak görmeli; tedavi boyunca bir ekip gibi hareket etmeli ve dayanışma içinde olmalı. Doktor kontrollerine mümkün olduğunca çiftin birlikte gitmesi çok önemli. Şunu unutmamak gerekir: Bu durum çiftin problemidir ve hem kadının hem de erkeğin katılımıyla çözüm bulabilir.
- Erkekler, konuyu kadınlar kadar sık ya da kadınlar kadar detaylı konuşmak istemeyebilir. Bu durum erkeklerin daha duyarsız olduğunu göstermez. Kadınların bu duruma hazırlıklı olmalarında fayda vardır.
- Çift daha önce evliliklerinde yaşadığı zorlu dönemleri nasıl atlattığını farketmeli ve işe yarayan stratejileri yeniden yürürlüğe almalıdır.
- Bu tedavi içinde cinsel hayat sekteye uğrayabiliyor ve çiftler nasıl olsa cinsel ilişki yoluyla bebek olmuyor düşüncesiyle cinsellikten uzaklaşabiliyorlar. Oysa cinsellik ilişkiyi canlı tutan ve besleyen bir öğedir. Doktorun cinsel perhiz uyguladığı dönemler dışında cinsel hayatı aktif tutmak, çiftin birbirine olan yakınlığını korur ve tedaviyi destekler.
- Tüp bebek tedavisi gündeme gelmeden önce çift neleri paylaşırdı, nasıl vakit geçirirdi, nelerden zevk alırdı? Bunları hatırlamak ve yaşanan her anı bebeğe yönelik konulardan ibaret kılmamak önemli.
- Belli bir düzeyde kaygı, duymanın normal hatta gerekli olduğunu unutmamak gerekiyor.
- Düşünce ve duygularla yüzleşmek adına arkadaşlardan, aileden ve eşten ayrı kalabilecek vakitler yaratılmalı. Kişinin kendisi ile başbaşa kalması için fırsat yaratması şart.
- Akla takılan soruların listesini yapmak ve kulaktan dolma bilgilere güvenmemek de önemli. Çift aklına takılan soruları mutlaka kendi doktoruna sormalı. Bir hasta için uygun olan tedavi şekli, başka bir hasta için uygun olmayabilir. O yüzden çiftin kendisini, bu tedaviyi alan diğer çiftlerle kıyaslaması doğru olmaz.
-İşlemlerin yapılacağı gün ekstra stres yaşamamak adına, tedavinin ücretini, ödeme şeklini önceden net olarak doktor ya da hastaneyle konuşmak iyi olur. Bazı çiftler, işlem günü hastaneye hazırlıksız geliyor ve bu konuda bir koşuşturmaca içine girmek zorunda kalarak, günün stresini daha fazla yaşıyorlar.
KAYGI BOZUKLUĞU KISIRLIK İLİŞKİSİ
Kısırlığın strese yol açtığı biliniyor ama stresin kısırlığa etkisiyle ilgili farklı görüşler var. Eğer stresi sadece kaygı (endişe) diye tanımlarsak, o zaman kısırlık ve stres arasındaki bağlantı zayıflıyor. Ama stresi kaygı, depresyon ve sosyal izolasyonun birarada yaşanması olarak tanımlarsak, o zaman stresin, doğurganlığı olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
Yapılan çalışmalar, depresyon öyküsü olan kadınların (depresyon öyküsü olmayan kadınlara kıyasla) 2 kat daha fazla kısırlık sorunu yaşadığını ortaya koyuyor. Başka bir çalışmadaysa, tüp bebek tedavisi öncesinde depresyon yaşayan kadınların yüzde 13'ünün gebe kaldığı görünürken, tedavi öncesinde depresyon yaşamayan kadınların yüzde 29'unun gebe kaldığı görülmüş. Yani depresyonu olan kadınların, olmayan kadınlara kıyasla gebelik şansı daha az.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, kısırlık tedavisi gören kadınların yüzde 11'i major depresyon tanısı alırken, doğal yolla çocuk sahibi olabilen kadınlarda bu oran yüzde 3,6. Başka bir araştırma da yine kısırlık problemi yaşayan ve yaşamayan kadınlar karşılaştırılmış ve araştırmaya katılan kısır kadınların üçte birinde depresyon saptanırken, diğer kadınların sadece yüzde 18'inde depresyon görülmüş.
Bu araştırmaları baz alacak olursak, depresyonun doğurganlık üzerinde negatif etkisi olduğunu ve tüp bebek tedavisini olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. Kısır döngü ortada! Kısırlık sorunu yaşadığınız için depresyona giriyorsunuz ve depresyona girdikçe kısırlık sorununu çözmeniz zorlaşıyor.
TEDAVİNİN SONUCUNU NASIL ETKİLİYOR?
Tedaviye başlayan kadın ne kadar fazla stres altındaysa tedavinin başarı şansı o kadar riske giriyor. Burada biyolojik faktörlerin önemi tabii ki yadsınamaz. Örneğin, doğumdan gelen rahim ya da yumurtalık anomalileri, kadının gebe kalma şansını düşürüyor ve tüp bebek tedavisinin de başarısını etkiliyor. Böyle bir durumda tedavi başarısızlığını sadece strese bağlamak çok akılcı olmaz ama aksaklıkların tedaviyle büyük ölçüde giderildiği durumlarda ya da sebebi bilinmeyen kısırlık yaşanan durumlarda ve aslında tedavinin çok iyi ilerlediği ama gebelikle sonuçlanmayan vakalarda stres faktörüne mutlaka göz atmak gerekiyor. Kısaca, stres tek başına tedaviyi başarısız kılmıyor belki ama başarıyı azaltan faktörlerden biri olarak yer alıyor.
DEPRESYONDAKİ KADININ GEBE KALMA ŞANSI DAHA DÜŞÜK!
Depresyon teşhisi almış bir kadın kendine fiziksel ve duygusal olarak iyi bakamaz. Kendine bakamayan bir kadının bebeğine özenli bir şekilde bakması beklenemez. O yüzden, kısırlığı, depresyondaki kadının doğurganlığının azalarak, bebeğin gelmesini, kadının daha iyi hissettiği bir döneme ertelemesi olarak görebiliriz.
Depresyonun tekbaşına kısırlığa yol açtığını söylemeyiz. Fakat depresyon, doğurganlık ile ilgili zaten var olan bir sorunun (örneğin yumurta kalitesi gibi) daha da çoğalmasına yol açıyor ve tedavi sürecini olumsuz etkiliyor.
Halk arasında çocuk yapmaya uğraşan ama zorlanan çiftlere söylenen klasik sözler var. Örneğin, 'Kafanıza takmazsanız, olur' ya da 'Sadece biraz rahatla, o zaman gebe kalırsın' gibi. Bunlarda doğruluk payı var mı, konusu da en çok kafa karıştıran konulardan biri...
Fakat bu çok sık duyduğumuz sözler aslında 1950-60'lardan kalma. Oysa şimdilerde kısırlık vakalarının çoğunun fizyolojik sebeplerden kaynaklandığını biliyoruz. Kabaca oranlayacak olursak, tüm kısırlık vakalarının yaklaşık yüzde 40'ı kadının üreme sistemindeki, diğer yüzde 40'ı erkeğin üreme sistemindeki anomalilerden ileri geliyor. Geri kalan ilk yüzde 10'u hem kadına, hem erkeğe ait sebepler oluşturuyor. Son yüzde 10'u ise sebebi bilinmeyen kısırlık olarak açıklanıyor. Bu rakamlara baktığımız zaman fizyolojik sebeplerin (üreme sistemindeki anomaliler) ne kadar büyük bir rol oynadığı görülüyor. Dolayısıyla, gebe kalamamayı sadece 'rahat olmamak' ile açıklamak durumu basite indirgemek olur.
Aslında 'kafanıza takmazsanız, olur' cümlesi tüp bebek tedavisi gören kişiler için oldukça suçlayıcı ve kötü hissettiren bir cümle. Çünkü sanki kişi yeterince rahat olmayı başarsa, hemen gebe kalacakmış hissi uyandırıyor ve kişi rahatlayamadığı için gebe kalmadığını düşündükçe hem suçluluk hissediyor hem de stresi artıyor.
http://www.goncasensozen.com/